16 Kasım 2009 Pazartesi

Foça'da Sarhoş Olmak


Böyle insanlara mı dönüştük Porco? [Böyle?] Tatil günü şehir dışına ufak kaçamaklar yapıp erkenden geri dönen ve ertesi iş gününü düşünen varlıklar mı olduk? Oysa gittiğimiz yerde kalmak, orayı yaşamak, orada yaşamak lazımdı normal şartlarda. Herkesin normal şartları bizim anormal şartlarımız mı oldu?  Anormal şartlara alışmak bir ömür boyu sürer mi?

Soruları bir kenara koyup güzel geçen yedi saatin tadını unutmayacak bir yerde saklamak gerekli. Foça güzeldi. Foça(Yolculuk, balık, rakı, kediler,  muhabbet) güzeldi.

Onur’a teşekkürü borç bilirim

Antonio De Nigris ve Heath Ledger



Ölüm yol üzerinde rastlanan etkileyici bir manzara gibi. Karşılaştığınızda bir süre durur ve bakarsınız yüzüne. Yola devam ettikten sonra da unutur üzerine çok fazla bir şey hatırlamazsınız. De Nigris'in ölüm haberini okuduğumda aklıma Heath Ledger'ı getirdi bu olay. Heath'ın ölümünden sonra hayatının en iyi performansını izlemiştik. De Nigris için bu mümkün olmayacak. O zaman ben onların çocuklarının onlarla ilgili hatırlayacağı en güzel anlarda kalmasını diliyorum.

13 Kasım 2009 Cuma

ce que je suis


(500) Days of Summer






Her dönem karşımıza çıkan fısıltı ve vızıltı yoluyla elden ele dolaşarak kült mertebesine ulaşacak filmdir. indie külliyatında kendisine garden statevari bir yer edineceğini öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Peki bütün bunlar filmi kötü yapıyor mu? Kesinlikle hayır. michel gondry&charlie kaufman'ın şaheser anlatısını farklı bir biçimde sunan filmdir. geri dönüşler, silinmeye çalışılan anılar, zamanla ortaya çıkan mutlu-hüzünlü anlar hepsi çok tanıdık. özellikle filmin sonuna doğru arkadan hırkasıyla joel geçecek sandım. kırık kalpli bir film olduğu mutlaka söylenmeli. kırık kalpli güzel filmlerin ortak paydası olarak en büyük kalp kırıklığı erkek kahramanındır. bu in the mood for love'dan, wristcutters a love story'e kadar böyledir. 


500 days of summer için söylenecek şeylerden ziyade kült olacağı besbelli olduğundan kullanma talimatı vermek gerekir. hassas dönemlerden geçen kalbi kırık gençlerimiz alkolle beraber alırsa ölümcül sonuçlara yol açabilir. bu yüzden dikkatli kullanılmalıdr. yakınlarda gidecek bir lacuna coil yoksa uzak durulmalıdır. hassas dönemden geçmeyen rahatı huzuru benim gibi yerinde olanlar ise keyifle izleyebilirler. güzel soundtrack'ini indirip aynı keyifle dinlemeye devam etmelidirler. böylece güzel kedilerin değerini çok iyi anlarlar.







Bir kaç yerde kullanılan farklı kurgu oyunları gerçekten takdire şayandır. basit biçimde ortaya konulan beklenti-gerçek sekansı bu açıdan harika bir örnektir. Senaryonun iyi yazıldığını söylemek için de Harold Pinter olmaya gerek yok. [Ne yazık Oysa ben Harold Pinter olmayı isterdim.]


Soundtrack için de bir şeyler yazmak yorumlamak isterdim ama bunu benden iyi yapacak kalamitim'den dinlemeyi tercih ederim doğrusu.

ek olarak filmle ilgili ufak bir alegori yapmak isterim: tom hansen gibi "genç werther ruhlu" adamlar hiç bir zaman yaz'ı değil her zaman sonbahar'ı takip etmelidir. sonbahar karşılıktır. kasım'dır. kalıcıdır. summer gibi antin kuntin şeylerle ilgilenerek kendisine farklıyım-entelim imajı çizen hanımlar da aslında üzerleri bir başkası tarafından boyanmış balonlardır. günün birinde ya uçup ya da patlayıp yok olur giderler.








Sonuç olarak derim ki izleyin lan!

12 Kasım 2009 Perşembe

Pazar - Bir Ticaret Masalı

kasaba, umudu olan arıza bir kahraman, yaşlı yol gösterici, yol ve dönem. şimdi bu hammaddeler bu kez bizim coğrafyamızda olsun. alsın bunu yabancı(kesinlikle kötü manada değil) insanlar, güzel bir film yapsınlar. sonra bunu bizim önümüze sunsunlar ve biz mutlu olalım. pazar böyle bir şey işte. ticaret demeyelim çünkü lekelemek olur filmin güzelliğini. ama böyle olmuş. bu kadar samimi, bu kadar naif işçilik, oyunculuk, müzik her şeyiyle bizden bir film. bir bakıyoruz ki ben hopkins çekmiş bu filmi. şimdi gel de türk filmleri üzerine uzun bir tartışmaya gir. ister kusturica, ister açık bir vodka lemon etkisi denebilir. mühim değil. mühim olan öncelikle yönetmenin ellerine sağlık. biz kendimizi anlatamazken o bizi öyle güzel resmetmiş ki; mihram parça olmaktan çıkmış ve tümü gösteren-işaret eden bir varlığa dönüşmüş. vicdan-inanç-aile-ekonomi bu dinamiklerin arasında ezilen insan figürünü çok büyük perdeden konuşmadan önümüze sermiş. zayıflıklar kadar erdemleriyle de var olan insanın(mihram'ın) trajedisini anlatmış. tayanç ayaydın ve genco erkal döktürmüş. mihram'ın eşini oynayan hanım da gözleriyle bütün bir trajedinin resmini çıkarmış.




mış.. mış.. mış.. iyi yapmışlar da keşke bu işleri böylesine duru bir biçimde biz de yapabilsek. pazar bir ticaret masalı, sonbahar'ı dışarıda bırakırsam uzun süredir bu coğrafyada yaşan küçük insanların hikayesini sinematografik gücüyle anlatabilen yegane film görüntüsü veriyor.


şimdi bu kadar övgü'nün yanına bir kaç triviri yapmak da isterim. öncelikle keşke filmin adı şöyle afili bir şey olsaymış. herkesin kör göze parmak söylediği çingeneler zamanı misal veya sarhoş atlar zamanı. benden de öneri sarhoş mihram zamanı olabilirdi. sonra karakterlerin derinliğini arttırmayı tavsiye ederdim. mihram dışında kalan tüm karakterler yalnızca simgesel anlatımı perçinleyen öğeler konumuna geçiyor bir süre sonra. anlatının bu kısmı da başarılabilmiş olsaydı mükemmel bir iş ortaya çıkabilirmiş. demem odur ki bir şaheser'in yanından geçmişiz. izlemiş, beğenmiş ve sevmişiz.. mişiz.. mişiz.. mişiz..




10 Kasım 2009 Salı

DISTRICT 9


öncelikle günümüz sinemasının ayrıksı yanlarından faydalanan bir film var karşımızda. joon-ho bong'un the host'ta yaptığı sinematografik düzeni neill blomkamp district 9'da benzer biçimde uyguluyor. evet önümüzde apaçık sci-fi düzeneği-ortamı-aksiyomları mevcut. fakat bu aksiyomlar kendi direkt hikayesinin dışında büyük bir metaforu yaratmak için de aracılık ediyor.

--- spoiler ---
kılkuyruk ve bencil diye de tanımlayabileceğimiz wikus van de merwe (belki biraz da torpille) yaratıkların (karides!) tahliye işlemi operasyonunun başına getirilir ve genetik değişime uğramasına yolaçan bir dizi olayın sonunda kahramanlaşarak başkalaşır. başkalaşımın kendi içinde gelişen yapısından başlayarak alegoriye başlayabiliriz. irkçı ve kolonyalist söyleme kadar uzayabilecek, sözkonusu hikayenin kara-kıta'da geçiyor olmasına kadar enteresan okumaları filmin içerisinden çıkarabiliriz. ötekileştirme ve göçmen kamplaştırması. bu kamplaşmanın banliyö isyanları oluşturacak bir yöne doğru ilerleyişi. mültecilerden yerleşik halkın nefret edişi. kültür uyuşmazlıkları. büyük şirketlerin silah ticareti ve yapısal mali üçkağıtlar peşinde koşması. bunlar gibi bir çok yerden güzel noktalar yakalamış film. bunu da yukarıda söylediğim gibi sci-fi'nin eşsiz metafor olanaklarını kullanarak yapmış. örnekolay aslında anlattığının alt katmanlarında sert gerçeklere de parmak basıyor.
--- spoiler ---

çekim tekniğindeki cloverfield uygulamaları ise yerli yerinde görünüyor. jj abrahams'ın günümüz media görsel metasını harika okuyarak geliştirdiği görüş, district 9'un atmosferinde de hiç sırıtmıyor.


About