29 Aralık 2009 Salı

Sakallis Sakal Sever



Evet yüzsüzce bundan istiyorum.

26 Aralık 2009 Cumartesi

Vic Chesnutt için


Tam da insansız ölüm manalı şeyler geçiyordu aklımdan şu sıralar. Sonra haberler geldi. Sonra sessizlik oldu. Karşımdaydı işte. Yaşam ne kadar gürültülü olursa olsun ölümler hep sessizdi. Hoşçakal güzel adam.

Hala kapitalizmin amına koymak istemeyen var mı?

Portishead Değişiyor Güzellik Baki


tempo hızlı vokal alışıldık biçimde. bir şeyler bana uydu yine. düzensizlik belki de.

25 Aralık 2009 Cuma

Hastalıklı Filmler - I Want You




Winterbottom'dan uçlarda, acıtan kanayan bir aşk hikayesi. Slawomir Idziak görüntünün arkasından el sallar görünmez.




24 Aralık 2009 Perşembe

Man in Photo




Nino: I don't even know her!
Man in photo: Oh, you know her. 
Nino: Since when? 
Man in photo: Since always
Man in photo: In your dreams






23 Aralık 2009 Çarşamba

Hastalıklı Filmler - Blade Runner




Philip K. Dick kitabından serbest uyarlama. bilim kurgu janrında bir kilometre taşı. disütopik yaklaşımı ve karamsar gelecek tasviri ile bilim kurgudaki space odyssey tarzını derinden yaralamış ve değiştirmiştir. İlk gösterimlerinde ilgi görmemiş ve video piyasasında kült olarak kendini kanıtlamak mecburiyetinde kalmıştır.Filmi  Neo-noir tarzın öncüsü olarak görürüm (egom atoyan=). Göz alıcı bir görsel yapıya sahip filmin gelecek tasarımı ve yarattığı şehir atmosferi harikadır. Ridley Scott yıllar sonra, Harrison Ford'un canlandırdığı "copy-hunter" Decard'ın da bir kopya olduğu teorilerini doğrular nitelikte bir director cut yaptı ve yüreğimize su serpti.

Ek olarak, Harisson Ford oynadığım en anlamsız film demiş ve bizde şiddetle kınamıştık. Fotoda ki güzel replikanın da Sean Young olduğunu belirtmekte fayda var.

22 Aralık 2009 Salı

Keşke Hep Olsa Volume 1 ---THE IT CROWD---



- how are you roy?
- i'm disabled

19 Aralık 2009 Cumartesi

Spike Jonze'un Masalı

Az kaldı, çok az hatta önümde duruyor. Kıyamıyorum.


16 Aralık 2009 Çarşamba

Dostlara

Ziyan Olan Her Şeye



Kitabın üzerine 3-5 kelime edip geçmemem gerekli farkındayım. Dipnotlarla, alıntılarla bir şeyler karalamalıyım. Ne yazık ki kitaba kardeşim el koydu ve içeriğine dönüp alıntılama, dikkat ettiğim yerlerin üzerinden yeniden geçme şansım yakın zamanda yok. O zaman kısaca şunu demeli: Louis Ferdinand Celine omzunuza dokunursa; küfredersiniz. Herkesten nefret edersiniz. Kendinizden bile. Belki de en çok. Sonra öfkenizi kelimelerle dökersiniz. Pürüzlüdür metin. Kurgu ile ilgili sıkıntıları olabilir. Ya da gereksiz bir final bağlama yüzünden metin sonu çarpıcılığı tuzağına düşersiniz. Askerlik saçmalığını, insanlık saçmalığını anlatırsınız. Ve belki çıkar birileri bunu okur. İşin güzel yanı da budur. O yüzden okuyun derim usulca. Okuyun. Oku…!

13 Aralık 2009 Pazar

(Unutmamak üzere) Sonbahar


[25.12.2008]
Unutmak için yaşıyoruz. Her şeyi unutmak için. Yok saymak için. Sonra hiçbir şey olmamış gibi; yaşamak için unutuyoruz. Her şey birbirini tamamlıyor böylece. Zaman geçiyor. Sonbahar geliyor. Yusuf oluyor.

Doğru kelimelerin yanlış hayatlarını yaşayanları hatırlamıyor bu ülke. “Hayata dönüş” dönüşsüz bir hayat olduğunda saklanmak için en iyi yer; yeşilin bağrı, fırtınanın kucağı, ananın ocağı oluyor. O’nu unutanları, yok sayanları, hayatına devam edenleri affediyor Yusuf. Evine dönüyor. Böylece Yusuf’un evine-ölüme yolculuğu, yenilginin acı hikayesini anlatmaya başlıyor. Kimsenin hikaye dinlemeye zamanı, tahammülü yok bu zamanda. O yüzden anlatmaktan ziyade yaşatıyor ağır ağır. İçine sindiriyor puslu bir Karadeniz havası gibi. Sonbahar’ın arefesi yavaş sürsün diliyor insan. O ander ala karga ötmesin. Nefesler uzun olsun diliyor. O sese hasret olan, tulumun sesini hiç duymak istemiyor..

Bir yenilginin anlatısı bu. Unutulmuş ağır bir yenilginin. Yenilgilerin ardılı olan yalnızlığın sardığı bir adamın evine, yurduna, anasına, ölümüne dönüşü bu; Yürüyecek yolların sonunun gelmiş bitmiş olmasının.

Oğul kutsaldır O’nun toprağında. Oğul eşsizdir. Oğul dünyanın kendinden geriye kalandır bir ana için. Kaybedilmiş davalardan, yenilerek dönen Yusuf ancak kutsal kabul gördüğü topraklarda huzuru bulabilecektir. Anlatamadığı dertlerini ancak sonsuz yeşilin içinde bir yerlere gömecektir.

Sonra maa aakag maa (bat güneş bat), Karadeniz’in ezgisi vücuda dönüşecektir yusuf’un büyük yalnızlığında. Anarşiktir, ötekidir, hayatının boş bir uğurda harcayandır. O yüzden batsın bütün güneşler.

Eşitlik ve doğruluk için duyulan heyecanın sonu; kayıp bir ciğer, kayıp bir zaman, kayıp bir sevgili, kayıp bir hayat olacak. Arkadaşı özetliyor güneş kızıla vururken: yine gelsek dünyaya yine çekerdik bu dertleri.

Bu ağırlığın ve umutsuz sürgünün orta yerinde olmaz bir aşkın kıvılcımı ise yalancı bir hayal gibi sarıyor bedenini. Oysa anlatamayacak yine ve hiç anlaşılamayacak. Güzel bir yüzün üzerinde gezdiği bir gürcü ezgisinde uzun süredir alamadığı nefesi alacak. Hatırlayacak bir nebze olsun heyecan duymayı yeniden. Ellerinden alınan, içinden sökülen yaşama gücünü duyacak belki bir anlığına da olsa. Kandırıyor olsa da kendini olsun varsın. Çırılçıplak karşılayacak veda aşkını. Vazgeçilmeyecek hiçbir şey kalmamış. Son gülüş, son öpüş son dokunuş. Belki yaşadığı gerçek “Hayata dönüş” ölümün kıyısına geldiğinde.

Sonrasında bizi hiç sömürmeyecek Yusuf. O ve O’nun gibi sayısız yoldaşı reklam çağının ağlatan(aldatan) ana-oğul-ölüm tiradlarını yaşatmayacak. Gözümüze sokmayacak yaşadıklarını. Yalnızlığı, sessizliği, gözleri, titreyen nefesi anlatacak her şeyi. Son kez ölmek için üfleyecek tulumuna. Hayata, Anasına veda için, sevdiği gibi. Onurla, yürekli bir biçimde kızıl bir tabutun içinde kalkacak omuzlara.

O zaman tulumundan çaldığı ngzaşi ile yola çıkacak. Evinden bu kez ölüme doğru yola koyulacak. Sessizce. Yalnız. Sabırsızca.  

Ey Yusuf!

Karadeniz köpürdü yutmak istedi. Fırtına sarıldı uyutmak istedi. Halkın seni sadece unutmak istedi.


mood

İçimde bir sıkıntı var. Dışarıda yağmur yağıyor. Duruyor, sonra yeniden başlıyor. Göğe bakıyorum. Gecenin körü oldu ve etrafta herkes uyuyor. Bir şarkı çalıyor kaçıncı kez tekrar ettiğini bilmiyorum. Sesler uzak, yatak uzak, ekran uzak. Ben uzağım. İçimde bir sıkıntı var.

11 Aralık 2009 Cuma

Sinematografik 15/15



Bu sefer fotoğraflar biraz daha zor. Tanıyamadığınız var mı?

9 Aralık 2009 Çarşamba

Kişisel 15/15


15 yıldan 15 film

Tanıyamadığınız var mı?

6 Aralık 2009 Pazar

MOON


"i'm freezing"*


* kalamitos tarzi post

5 Aralık 2009 Cumartesi

Futbolun Laneti



Porco’nun güzel asistlerinden biridir. Benim önüme attığında gol olacağını bildiğinden afili biçimde anlatmış, heveslendirmiştir.

Eamon Dunphy’nin otobiyografik kitabını okuduğumda edindiğim hissin benzerini verdi bu güzide film. David Peace’ın başarılı romanı ile aynı adı taşıyor. Futbolun henüz palazlanıp, kendisine sahip olanı(gerçek taraftarı, oyuncuyu, antrenörü) yiyip yok etmediği; sadece bir oyun olduğu zamanları hatırlatıyor. İnsanların samimi olduğu zamanları anlatıyor. PR’ın olayın güzelliğini alıp başkalaştırmadığı zamanlar bunlar. Aslında bu zamanlar yani 70’ler 80’ler ülkemizde de gerçek anlamda anlatılmayı hak eden vakitler.

Brian Clough’u daha çok Nothingham mucizesinden tanıyordum. Filmde Leeds macerası anlatılınca önce şaşırdım. Şaşkınlık kısa sürdü kapılıp gittim. Belgesel tadında olsa da kurgu yanı da var gibi görünüyor. Belki olaylar tam olarak filmde(kitapta) ki gibi gelişmemiştir. Yine de bu büyük futbol adamının; kibirli, zeki, geveze ve tutkulu teknik adamın kaybederken ve kazanırken oyunun içindeki parametreleri tanımlamakta ki beceriksizliği çok önemli. Çünkü oyundan anlamak, oyunu anlamaktan çok farklı bir durum. Clough, futbolu hep saha içindeki oyun olarak kalacak zannediyor. İnsanlar kravat takmayı bırakacak ve hiçbir zaman oyunun güzelliği kazandırdıklarından önemsiz olmayacak zannediyor.

Belki bu düşündüklerinde yanıldı. Oysa kendi varlığını oluşturan elementler üzerinden bambaşka bir endüstri gelişti. Oyun tutkulu, takıntılı, kibirli adamların sırtında büyüdü. Bunlardan beslendi ve zamanı geldiğinde bunları satmaya başladı.

Her neyse film için söylenecek bir şey varsa futbolun gerçeği ile ilgili olduğudur. Gerçek futbolla.

4 Aralık 2009 Cuma

Pol ve Filip



İşte ben buna haber derim! P.T. Anderson ve P.S. Hoffman yeni projelerinde bir araya gelmiş: The Master. Yeni bir din arayan entelektüelitenin en üst katmanından bir neo-peygamber. Zaman 1950'ler. Üstadın yine söyleyecek çok şeyi var anlaşılan. Sakallis bu gibi durumlarda 10 heyecanlı gücündedir.

3 Aralık 2009 Perşembe

Witt Demişti..


"This great evil. Where does it come from? How'd it steal into the world? What seed, what root did it grow from? Who's doin' this? Who's killin' us? Robbing us of life and light. Mockin' us with the sight of what we might've known. Does our ruin benefit the earth? Does it help the grass to grow, the sun to shine? Is this darkness in you, too? Have you passed to this night?"


                                                                                                Pvt.  Witt / Thin Red Line


explosions in the sky ekler:  Have you passed through this night?


Sakallis eklentisi: Celine göndermesini göremeyenlere taziye hediyesi olarak selin kolonyası.

About