13 Aralık 2009 Pazar

(Unutmamak üzere) Sonbahar


[25.12.2008]
Unutmak için yaşıyoruz. Her şeyi unutmak için. Yok saymak için. Sonra hiçbir şey olmamış gibi; yaşamak için unutuyoruz. Her şey birbirini tamamlıyor böylece. Zaman geçiyor. Sonbahar geliyor. Yusuf oluyor.

Doğru kelimelerin yanlış hayatlarını yaşayanları hatırlamıyor bu ülke. “Hayata dönüş” dönüşsüz bir hayat olduğunda saklanmak için en iyi yer; yeşilin bağrı, fırtınanın kucağı, ananın ocağı oluyor. O’nu unutanları, yok sayanları, hayatına devam edenleri affediyor Yusuf. Evine dönüyor. Böylece Yusuf’un evine-ölüme yolculuğu, yenilginin acı hikayesini anlatmaya başlıyor. Kimsenin hikaye dinlemeye zamanı, tahammülü yok bu zamanda. O yüzden anlatmaktan ziyade yaşatıyor ağır ağır. İçine sindiriyor puslu bir Karadeniz havası gibi. Sonbahar’ın arefesi yavaş sürsün diliyor insan. O ander ala karga ötmesin. Nefesler uzun olsun diliyor. O sese hasret olan, tulumun sesini hiç duymak istemiyor..

Bir yenilginin anlatısı bu. Unutulmuş ağır bir yenilginin. Yenilgilerin ardılı olan yalnızlığın sardığı bir adamın evine, yurduna, anasına, ölümüne dönüşü bu; Yürüyecek yolların sonunun gelmiş bitmiş olmasının.

Oğul kutsaldır O’nun toprağında. Oğul eşsizdir. Oğul dünyanın kendinden geriye kalandır bir ana için. Kaybedilmiş davalardan, yenilerek dönen Yusuf ancak kutsal kabul gördüğü topraklarda huzuru bulabilecektir. Anlatamadığı dertlerini ancak sonsuz yeşilin içinde bir yerlere gömecektir.

Sonra maa aakag maa (bat güneş bat), Karadeniz’in ezgisi vücuda dönüşecektir yusuf’un büyük yalnızlığında. Anarşiktir, ötekidir, hayatının boş bir uğurda harcayandır. O yüzden batsın bütün güneşler.

Eşitlik ve doğruluk için duyulan heyecanın sonu; kayıp bir ciğer, kayıp bir zaman, kayıp bir sevgili, kayıp bir hayat olacak. Arkadaşı özetliyor güneş kızıla vururken: yine gelsek dünyaya yine çekerdik bu dertleri.

Bu ağırlığın ve umutsuz sürgünün orta yerinde olmaz bir aşkın kıvılcımı ise yalancı bir hayal gibi sarıyor bedenini. Oysa anlatamayacak yine ve hiç anlaşılamayacak. Güzel bir yüzün üzerinde gezdiği bir gürcü ezgisinde uzun süredir alamadığı nefesi alacak. Hatırlayacak bir nebze olsun heyecan duymayı yeniden. Ellerinden alınan, içinden sökülen yaşama gücünü duyacak belki bir anlığına da olsa. Kandırıyor olsa da kendini olsun varsın. Çırılçıplak karşılayacak veda aşkını. Vazgeçilmeyecek hiçbir şey kalmamış. Son gülüş, son öpüş son dokunuş. Belki yaşadığı gerçek “Hayata dönüş” ölümün kıyısına geldiğinde.

Sonrasında bizi hiç sömürmeyecek Yusuf. O ve O’nun gibi sayısız yoldaşı reklam çağının ağlatan(aldatan) ana-oğul-ölüm tiradlarını yaşatmayacak. Gözümüze sokmayacak yaşadıklarını. Yalnızlığı, sessizliği, gözleri, titreyen nefesi anlatacak her şeyi. Son kez ölmek için üfleyecek tulumuna. Hayata, Anasına veda için, sevdiği gibi. Onurla, yürekli bir biçimde kızıl bir tabutun içinde kalkacak omuzlara.

O zaman tulumundan çaldığı ngzaşi ile yola çıkacak. Evinden bu kez ölüme doğru yola koyulacak. Sessizce. Yalnız. Sabırsızca.  

Ey Yusuf!

Karadeniz köpürdü yutmak istedi. Fırtına sarıldı uyutmak istedi. Halkın seni sadece unutmak istedi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

De diyeceğini!

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

About