Kitabın üzerine 3-5 kelime edip geçmemem gerekli farkındayım. Dipnotlarla, alıntılarla bir şeyler karalamalıyım. Ne yazık ki kitaba kardeşim el koydu ve içeriğine dönüp alıntılama, dikkat ettiğim yerlerin üzerinden yeniden geçme şansım yakın zamanda yok. O zaman kısaca şunu demeli: Louis Ferdinand Celine omzunuza dokunursa; küfredersiniz. Herkesten nefret edersiniz. Kendinizden bile. Belki de en çok. Sonra öfkenizi kelimelerle dökersiniz. Pürüzlüdür metin. Kurgu ile ilgili sıkıntıları olabilir. Ya da gereksiz bir final bağlama yüzünden metin sonu çarpıcılığı tuzağına düşersiniz. Askerlik saçmalığını, insanlık saçmalığını anlatırsınız. Ve belki çıkar birileri bunu okur. İşin güzel yanı da budur. O yüzden okuyun derim usulca. Okuyun. Oku…!
bende cok fazla konusma istegi uyandiran bir kitap bu.
YanıtlaSilhakan gundayin zaten, yillardir hastasiyim. ancak, kitaplarinin bir kisminin sonlarinda, biraz problem oldugunu dusunmekteyim. kendisi, en sevdigim 3 turk yazardan biriyken bile bunu dusunecek kadar son takintili bir insan olmam da cabasi.
ben hakan gunday'in, ziyanda bu problemini asmis oldugu gorusundeyim. cunku gercekten de okuyucuyu, supriz ve guzel bir son bekliyor. ama yine de, sizin de azil'i okudugunuzu umarak sunu soylemem gerekir ki, azili okumayan varsa eger, bu kitabi okumadan once mutlaka onu okumali. yoksa eksik kaliyor biraz. ozellikle de sonu.
kitaba gelecek olursak, hakan gunday'in zaten kelimelerle ne guzel oynadigini, ne kadar super tespitlerde bulundugunu, kurgusunun sukelaligini hepimiz kinyas ve kayra'yi okuyup da sok oldugumuz zaman ogrenmistik. adam kendine ait bir dil bile olusturabilen ve bunu bizlere cok kolay kabullendirebilen bir adam. ve ben, bir kadin olarak, bu kitabi okudugum sure icerisinde gercekten de usudum. askerligimi yapip da bu kitabi okudugumu, ya da askere gitmeden okudugumu dusunemiyorum bile. daha da cok etkilerdi eminim.
izninizle bir kac da alinti yapmak istiyorum. siz yapamamissiniz madem :) ben birkacini not etmistim.
zorunlu askerlik hizmeti, emek, zaman ve kaynak israfıdır. erlik, derhal bir meslek statüsü kazanmalı ve profesyonel ordunun bir parçası haline gelmelidir. her üç ayda bir toplanan yüz binlerce genci askere dönüştürmek için harcanan çabanın onda biriyle ordunun işlevselliği on kat artırılabilir. sosyo-ekonomik açıdan geri bırakılmış toplumun zorunlu askerlik hizmeti yoluyla olumlu anlamda biçimlendiği düşüncesi asla geçerli değildir. bunun kanıtı, nesillerdir askerlik hizmetini tamamlamış erkeklerin yönlendirdiği günümüz toplumunun mevcut düzeyidir. askerliğin insanı adam ettiğine ilişkin inanç, bütünüyle temelsizdir. on dokuz yaşına kadar cahil bırakılmış genç erkekleri dayatma yoluyla, on beş ay içerisinde bilinçlendirmek mümkün değildir. dolayısıyla, 460 gün boyunca izmarit toplayarak mıntıka temizliği yapmış olanla, kanalizasyonu denize akıtan aynı kişidir. dolayısıyla, 460 gün boyunca vatan sevgisi aşılanan insanla, devletine kazık atan aynı kişidir. dolayısıyla, 460 gün boyunca vatandaşını adam etmek için uğraşanla, insani gelişmişlik endeksinde dünya 84'üncüsü olan aynı ülkedir. ordu, zorunlu katılımlara ihtiyaç duyamayacak kadar ciddi bir kurumdur. aldığımız eğitimin süresi on haftadır. çağdaş hiçbir ordu on haftalık erlere güvenerek varlığını sürdüremez. kahramanlık şiirleri okuyan ve komando üniforması giymiş beş yaşındaki çocuklar kadar asker olan bizler, bu vatan için öleceğiz. çünkü ne savaşmayı biliyoruz ne de hayata dair bir umudumuz var!
mustafa kemal'i gördüğüm ilk anda anlamıştım. onun da başına gelecekti. kutsallaşacaktı. hiçbir hamlesi hiçbir yerde tartışılamayacak, sözleri dogmalara dönüşecek, istiklal savaşından geriye kalan tek isim olacak, ilkelerinden heykeller yapılacak, ekonomisi için çırpındığı ülkesinin değeri düşmüş banknotlarına yüzü resmedilecek ve hatta politikasının hakkında fikir beyan etmek bile kanunen yasaklanacaktı. o kadar etkileyici ve güçlü bir kişiliği vardı ki, bütün bunlar olacaktı. önce düşmanı sonra saltanatı yenmiş olan mustafa kemal en sonunda da kendisiyle savaşacaktı. özgüreştikçe devleşen halk onu ve devrimini çiğ çiğ yiyecekti. tarihe bir v harfi çizdirecek kadar keskin bir dönüş yaptırmış olmasına rağmen halkı tarafından delik deşik edilecek ve geriye sadece fotoğrafları kalacaktı...
ve son olarak..
hepinizin amina koyayim!
Hakan Günday şu anda Türk Edebiyatı içerisinde canlı biçimde ürün vermeye devam eden en sağlam adamlardan biri. En azından benim için böyle. Malafa dışında(malafa o kadar kuvvetli gelmemişti bana) bütün kitapları kendine has güçlü edebiyat özellikleri içeriyor. Kinyas ve Kayra’da belki de yazarken yaşı küçük olduğundan, tecrübesizlikler ve metin-kurgu arasında dengeyi bozan uyumsuzlaklar vardı. Ama dediğiniz gibi şok edici bir romandı. İlk-yaş-konu ititbari ile dikkat edilmesi gereken biri olduğunu gösterdi.
YanıtlaSilBenim favorim, Ziyan’a kadar Azil’di. Eleştirinin sert-güçlü ve tarz sahibi olduğu bir romandı. Yalnızca metnin çok fazla dinlenmemiş ve çapakları alınmamış olduğunu düşünmüştüm. Bu sabırsızlık aslında Günday’ın tüm romanlarında hissedilebiliyor. Biraz daha üzerinde uğraşsa edebi nitelik açısından kusursuz yapıtlara dönüşebilecekken sarsıcı-güçlü kitaplar olarak kalıyor. Belki bilinçli bir seçimdir bu. Kusursuz olmamak, olmak istememek kişisel bir istekse buna hiç şaşırmam.
Alıntılar güzel yerlerden gelmiş, benim de altını çizip işsaretlediğim yerler vardı. Özellikle doğu’daki kadının intihar biçimi-nedenleri üzerine bir bölüm aşırı güzel gelmişti bana. Evet bölüm bölüm harika saptamalar ve sert göndermeler içeriyor kitap.
Çok sayıda kitap okumuş, bunların içerisinde çok beğenerek okuduklarım olmuş olmasına rağmen; hayatımda ilk kez Ziyan’ı okurken bilinçli olarak okumayı bıraktım. Hemen bitmesin istedim. Etrafıma da bu heyecanı hissettirdim. The Magus okurken bile yapmadığım bu hareket benim açımdan kitabın değerini göstermede bir işarettir =)
Celine mevzuuna hiç girmedim ama Gecenin sonuna Yolculuk2u okudunuz mu?
Ne okuduklarimda, ne de izlediklerimde aramadigim seylerdir: edebi kusursuzluk ya da sinematografik degerler.
YanıtlaSilbunu ancak, bugune kadar okuduklarimin ya da izlediklerimin cok daha otesine -tamamen nicel olarak- cikabildigim zaman aramaya baslamaya hakkim oldugunu dusunurum. bir de bazi yazarlara daha duygusal bakiyorum sanirim. onlar soz konusu oldugu zaman, edebiyattan soyutluyorum kendimi ve kitabi, ya da kurguya, vuruculuga kapilip gidiyorum. 3 tane turk yazar vardir bu anlamda benim icin. biri hakan gundaydir. digerleriyse mehmet eroglu ve cem akas.
hakan gunday'la ilgili tespitlerinize katilmamak elde degil. malafa benim icin de en zayif halkadir. azil en basarili buldugum, kinyas ve kayra gercekten de hayatimin boktan bir doneminde okuyup iyice boktan hissettigim. pic'iyse sirf kitapta hakan "sadece 2. kez okunmak istenen kitaplar iyidir" dedigi icin, 2 kez okumusumdur.
cok okuyup, cok fazla hizli okurum. cok elestirilir bu cok yakinlarim tarafindan. unutursun, unutacaksin denir. gercekten de, kitapciya gidip, "oha bu kitap cok guzelmis lan" dedigimi ve biraz inceledikten sonraysa, "ben bunu okumustum yahu" diye sasirdigimi bilirim.
ama ziyan, benim de bilincli olarak okumayi birakip, bitmesin diye biraz da olsa bekledigim ve 5-6 gune yaydigim bir kitap oldu.
hakan gunday der ki bir roportajinda: bir kitap okudum gecenin sonuna yolculuk. sonra anladım ki bir kitap yazılması gerekiyorsa böyle yazılmalıdır. eğer o kişiden daha önce doğmuş olsaydım bunu ben yazardım. bana da ilhamı céline verdi.
iste hakan gunday da, benim donem donem kurdugum hayallerin ayni sekilde icerisindedir. bir kitap yazilmasi gerekiyorsa boyle yazilmalidir dedigim kitaplarda onunkilerin de yeri vardir.
son olarak, laf celine'den acilmisken, sorunuza cevap verecektim ama aklima Nietzche geldi. Ben susayim istedim. o konussun..
kanla ve ozdeyislerle yazan, okunmak degil, ezberlenmek ister
sıradan bir çizgi filmin, bir çocuğun balkondan atlamasına neden olan etkisinin onda birini yetişkinlere verebilmek için romanlar yazdığını söylemiş. hakan'ı hiç okumamış biri bile bu yoruma denk gelse, direk bir kitabını alır okurdu.
YanıtlaSilhakan'ın kitaplarına gelince bende bir sıralama yapma isteği gelişiyor. sevdiğim bir çok şey için bunu yapıyorum. nedense "malafa" bana çok başarılı gelmişti. dar bir konuda bu kadar güzel bir kurgu yaratabilmesi, farklı bir dili olması, okuyucu o dünyaya sokabilmesi gerçekten hoştu. 2. kere okunmayı hakediyor kesinlikle. özellikle "tekrarlar" ile ilgili olan kısımlarını bir daha bir daha okumak.
fakeangel@ kusursuzluk denen şey görkemlilik değildir. gecenin sonuna yolculuk kusursuzdur mesela. yapmak istediğini sonuna kadar gerçekleştirmiştir. Aynı zamanda sinematografik olarak kusursuzluk da bir theo Angelepoulos filmindeki aşırı uzun ve geniş açılı sekanslar olmayabilir. Bir şekilde kendi sinematografik biçemini yaratabilir yönetmen. bunu histettirmesi önemlidir. Bu açıdan lilja 4ever harika bir örnektir mesela.
YanıtlaSilbenim için hakan günday dışında ki canlı edebiyat figürleri murat uyurkulak, alper canıgüz biraz da murat menteş'tir. Hasan Ali Toptaş'ı ayrı bir alanda bekletiyorum =)
beğeninin yapısal karşılığı her yazar için değişik görünebilir. Uyurkulak ve Günday'da sevdiğim sert, pis, karanlık edebiyat bir diğerinde olmayabilir. Farklı bir değer sayesinde güzelleştirir kitabını. Hem Uyurkulak hem de Günday Celine'den etkilenen adamlar. Hatta Uyurkulak bir muhabbette, daha önce Celine okumuş olsaydım Tol'u yazmazdım demişti. Bu noktada bir diğer sert-pis yazar Palahniuk ile de insan ruhunun karanlık yönleri ile yaşamın kirli yerlerini birleştirmek adına benzerlikleri olduğunu söylemem lazım.
Jack@ malafa hakkında yazdıkların doğru ama galiba benim beklentim yeni bir dil yaratmaya doğru evrilme ise bunun edebi karşılığı joyce ve pynchonvari işlerde gizli. Yani yalnızca yeni bir dil geliştirip dar alanda şık olmaktansa eserin hacmini de büyütecek hamleler gerekli metinde.
Piç'i bende 2 kez okumuştum. ilk okuduğum günday romanı piçtir. Türkçe roman okumaktan keyif aldığımı hatırlıyorum hevesle sayfaları bir bir tüketirken.
Bir de burada sözü geçen yazarlardan bahsederken mutluluk ile ilgilenmemeleri benim için ortak paydadır. Gerçeğin peşindeyken romantik bozunmalara prim vermezler. Gerçek acıdır, serttir. Yeri geldiğinde keyiflidir =) hem marquis de sade'de der ki:
"Mutluluk ideali yalnızca hayalgücünün eseridir. Gerçekte bulamazsınız. Acı her zaman zevke ulaşmak için bir yol yaratır."
alper caniguz, benim de cok keyifle okudugum; ancak cok sevmedigim bir yazar. yani bilemiyorum, bir sorun var hem tatli hayatta, hem ogullar ve rencide ruhlar'da hem de gizliajansta bence ama henuz cozebilmis degilim.
YanıtlaSilonun disinda, murat mentes, gercekten fazla iyi. murat mentesin gercekten fazla iyi olmasinin sebebi de, douglas adams'tan sonra beni en cok guldurebilen kitaplari yaziyor olmasi. bazi gondermeleri o kadar guzel ve zekice oluyor ki, o anlarda zevkten olebilecegimi dusunuyorum. korkma ben varim'i okudunuz mu bilmiyorum ama gercekten cok basariliydi, hatta gozumde dublorun dilemma'sindan daha basariliydi. ziyandan kisa bir sure sonra, bir baska kitaba yaptim ayni seyi, hemen bitmesin diye gercekten yavas okudum. henuz okumadiysaniz cok siddetle tavsiye ederim. ayni sekilde, tekinsiz'i de okumadiysaniz, o da benim bu ay okuduklarim arasinda hatta 2009da okuduklarim arasinda ilk 3u zorlar.
kusursuzluk adina verdiginiz orneklereyse tamamen katilmakla birlikte, daha once de soyledigim gibi, kusursuzluk henuz aradigim kriter degil.
hem ben, cok kolay ve cabuk begenen, cok kolay ve cabuk etkilenen bir insanim. boktan bir kitaptaki tek bir cumle, ya da cok vasat bir filmdeki tek bir sahne, benim o filmi-kitabi sevmeme fazlasiyla yetebiliyor.
mutluluk konusunaysa girmeyecegim bile. hala ayni salaklik derecesine sahibim ve hala kendisinin pesindeyim cunku.